top of page
  • burcu uman

Angelopoulos ve Moda İskelesi

Sanatsal bir deneyim yaşadığımızda zihnimizde tam olarak ne gerçekleşiyor ve biz ne algılıyoruz? Bir fotoğrafa baktığımızda veya bir film izlediğimizde onları deneyimlemek için yalnızca görme duyumuzu mu kullanıyoruz?


Fotoğraf çekmeye ilişkin pratiklerim sonucunda bu konu üzerine düşünürken buldum kendimi .


Fotoğraf ilgisi çevremdeki insanlarda çok farklı noktalardan gelişmiş, benimse izlediğim filmlerden ve onların bende yarattığı duygulardan gelişti. İşe Yarar Bir Şey filminde, şair karakter “yazmasaydım delirirdim” demişti, bunun gibi bir şey.


Çektiğim bazı fotoğraflar, bir filmin veya müziğin uzantısı gibi ortaya çıkıyor. İzlediğim film duygularımı gizlendikleri yerden çekip çıkarıyor, ardından o filmin müzikleri ve kendi duygularım ile baş başa kalıyorum. Bu yazı da bir besteci, bir film ve bir mekânın nasıl birleşebileceği ile ilgili.


Birçoğumuz sanatın bir eğlence ya da bir çeşit gerçekten kaçış aracı olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Yani sanat bir çeşit lüks. Ancak o bundan çok daha fazlası. Yapılan araştırmalar sanatsal deneyimin insan beyninde nöroplastisiteye neden olduğu yönünde.


Gelişen teknolojinin gözlem şansımızı arttırması ile beraber sanatın işlevini baştan keşfedebileceğimiz bir bilim alanı bile var “nöroart”. Buna göre, bir sanat eseriyle etkileşim kurduğumuzda ya da “sanat” eserini bizzat ürettiğimizde yalnızca görme ya da işitme gibi tek bir duyu aracılığıyla değil çeşitli perspektiflerden beslenen karmaşık bir sanatsal deneyim yaşıyoruz.


Film izleme deneyimi üzerinden bakıldığında, önce filmi görüyoruz, bu zaten en temeli. Ancak bunun yanında müzikleri de duyuyoruz. Tıpkı Theo Angelopouolos’un filmlerinde Eleni Karaindrou’nun bestelerini duyduğumuz gibi. İzlediğimiz sahnelerde görüntü ile beraber müzik de deneyimimizin bir parçası haline geliyor. Bu noktada bir diğer basamak olarak anılarımızın, yaşadığımız kültürün ve coğrafyanın etkisi altında kalıyoruz.


Angelopoulos’un The Weeping Meadow ve Eternity and a Day filmlerinde yönetmenin Yunan olması sebebiyle olsa gerek sık sık deniz görüyoruz, burada denizin nerede başlayıp nerede bittiğini göremediğimiz manzaralara oldukça sık rastlıyoruz.

Ağlayan Çayır, Theodor Angelopoulos


Bu manzarayı sisli havalarda yeni tadil edilen Moda İskelesi’nde de görüyordum. Hemen balkonun altında bulunan geniş alanda bir sandalye kapıp onu tam denize bakacak şekilde yerleştirirseniz sadece deniz kalıyor görüş açınızda. Ben sisli bir günde bu manzarayı ilk fark ettiğimde doğrudan Angelopoulos’u anımsamıştım.


İskeleye çalışmak için gittiğim zamanlarda, çalışmaya ara verip ön kapıya ya da denize doğru bakan arkadaki balkona çıkardım. Denize ve insanlara bakarak en sevdiğim Karaindrou bestelerini dinlerdim. Filmin bende ortaya çıkardığı duyguları bir çeşit gerçek hayatta sürdürüyor gibiydim. Arada sırada gözüme denizi seyreden ya da çocuğuyla vakit geçiren insanlar takılır, onların fotoğraflarını çekerdim. Bu fotoğraflardan birisi de Kırmızı sayısında yer alan “by the sea”.


Bu fotoğrafı yine mola vermek ya da kahve almak için dışarı çıktığımda iskelenin ön kapısında çektim. O zamanlar da yalnız dolaşmaktan keyif alırdım, bu genç kadın bana Eleni’yi ve Alexander’ın eşinin yalnızlığını hatırlattı. Deniz manzarası ile birleşince de adı Eternity and A Day için bestelenen “by the sea” olarak kaldı.

Moda İskelesi, 2023 Ocak


Sevgiyle kalın,

Burcu

Comentarios


bottom of page